BEŞİKTAŞ’LI YÜZBAŞI ŞEREF BEY

Fatih Sultan Mehmet’in al kanla fethettiği İstanbul, 500 yıl sonra kansız, silahsız, topsuz, tüfeksiz teslim edilmişti bir mayıs sabahı İngilizlere. Dolmabahçe’deki son silahlı birlik ve Yüzbaşı Şeref manga manga tüfeklerini tabancalarını hatta süngülerini ingiliz subaylarına makbuz karşılığı teslim ediyordu. Teslimatın sonu geldiğinde İngiliz Çavuz Şeref Bey’e seslendi ; sör tabancanız diye. Şeref Bey hiddetle döndü elinin tersiyle İngiliz çavuşuna vuracak oldu ve o sırada İngiliz Binbaşı araya girdi ve ; tabancanız kalsın mermileri boşaltın yüzbaşı dedi. Şeref Bey hiddetle tabancasını çekti.

Ateş edebileciğini düşünen İngiliz askerleri silahlarını yüzbaşı Şeref’e doğrulttular. Şeref altıpatlar tabancasını gökyüzüne çevirdi, tambur pimini çekti pirinç kovanlı ve uçları çentikli 6 mermiyi 2 metre yükseklikten yere boşalttı. Kabzası Laz işi baba yadigarı silahını kılıfına soktu.

Asker dönüşüyle birliğinin karşısına geçti. Hazırolda bekleyen 120 asker, yumrukları sıkılı, dişleri kenetli, galiçyadan hicaza trablusgarptan fizana peşinden gittiği o mert adamın ağzının içine bakıyordu. Bir emir verse Şeref Bey o bir avuç züppe İngiliz’i elleriyle boğabilirlerdi. Şeref Bey; şimdi dağılıyoruz arkadaşlar. Sizleri 10 yıldır sabırla bekleyenlerin yanına gidin ama unutmayın bu iş daha bitmedi. Bu millet esaretini yenmek için sizin gibi yiğitlere ihtiyaç duyacaktır. Hakkınızı helal eder misiniz? Askerler hep bir ağızdan: Helal olsun.

Kan damlaları dolmabahçe’den Beşiktaşa doğru birer metre arayla onu takip ediyordu. Sonra elinin kanadığını farketti. Dolmabahçe Sarayı harem dairesi ardında yüksek duvarın dibinde omuzundaki yıldızlı apoletleri söküp eline sardı. Kanı emen apoletin ipek örtülü yıldızları kıpkırmızı oluverdi.

Şeref Bey sabahın yağmurlu hüznünde Beşiktaş’a vardı. Balıkçı kahvesinde oturmak istedi. Ancak hırpani hali bir Türk Subayına yakışmaz diye sahile indi. Oturup tekne altını tamir eden balıkçıyı seyre daldı. Sırtına dokunan bir ele doğru döndü. Biraz once teknesini tamir ederken seyrettiği balıkçı bişeyler söylemeye çalışıyordu fakat Şeref duyamıyordu onu. Sararmış dişlerine bakarak denizcinin ne söylediğini anlamaya çalışıyordu.

Denizci: asker ağa asker ağa okuman yazman var mıdır?
Şeref Bey; evet hayrola
Denizci: ağam be teknenin adını yazsan olur mu ?
Şeref Bey: tamam nedir teknenin adı?
Denizci: Kardelen.
Şeref Bey: sevgilinin adı mı?
Denizci : he nerden bildin!

Şeref Bey Harp okulunda aldığı Osmanlıca Hat dersi ilk kez işine yarayacaktı. Tekneye Osmanlıca ve bir kardelen şekline benzer motifle yazdı genç denizcinin sevgilisinin adını Kardelen.
Denizci: yaa aga çok güzel oldu. Sana borçlandım şimdi ben.
Şeref Bey: Bir gün ödersin. Nerelisin sen diye sordu.
Denizci : İneboluluyum İstanbul’daki rum meyhanelerine tuza bastırılmış torik getiririz. Rumlar lakerda mı lekarda mı ne diyolar. Feneri dönerken teknenin altını vurdum burada onarıyorum. Kısmetse ogle namazı tekneyi bitirip İnebolu’ya yelken basacağım.


***

Şeref Akaretler yokuşundan Osmanlı konağına yürüdü. Konağın kapısını müstahdem açtı. Müstahdem: Şeref Bey’im hoşgelmişsin. Beşiktaş Jimnastik Kulübü Divan Kurulu Üyesiydi, eskrim takımında kılıç hocasıydı ve futbol takımında kalecilik yapıyordu Şeref. Konağın ahşap merdivenlerini hışımla çıkıp çatıdaki malzeme deposuna girdi. Kısa çatı camının altına oturdu. Tabancasını çıkardı. Cepkenindeki enfiyye kutusunu eline aldı. Kutuyu kulağına getirip iki sallayıp açtı. Içinden pamuğa sarılmış gümüş bir kurşun çıktı. Kurşunu çizme derisine süre süre iyice parlattı. Tabancasının tamburuna sürdü. Kapı şiddetle açıldı. Ahmet Fetgeri içeri girip dördüncü kez tetiği çeken Şeref Bey’in elindeki silahı kaptı. Ahmet Fetgeri ; Napıyorsun Şeref! Delirdin mi sen! Şeref Bey kendinden geçmiş bir durumda ağlamaya başladı. Ahmet Bey Şeref’i koltuk altından tutup aşağı indirdi. Kahve içtiler. Herşey bitti dedi Şeref bey. Ahmet Fetgeri ; daha değil! Dün akşam Mustafa Kemal ve arkadaşları İstanbul’u terkedip Anadolu’da mücaadeleyi başlatmak için gemiyle Samsun’a doğru yola çıktılar. Gözleri parladı Şeref Bey’in. birkaç dakika önce azraille rus ruleti oynayan o değildi sanki. Bir kuş olup o gemiye yetişmeyi geçirdi aklından. Nasıl giderim bende dedi. Ahmet Fetgeri ; çok zor salmazlar seni İstanbul’dan. Çaresiz hissetti Şeref Bey biran kendini. Birden kardelen geldi aklına. Kardelen vardıya İnebolu’ya giden. Neden olmasın diye söylendi. Ahmet Fetgeri’ye Kardelen’i anlattı. Sonra kardelene doğru gitti. Kardelen denize inmiş yelken açmaya hazırlanırken bir sesle irkildi denizci. Şeref Bey: tayfa lazım mı? Denizci : Buyur ağam hayırdır nereye Şeref Bey: senin gittiğin yere hatırlarsan bana bir borcun vardı.

Yaralı ellerini Karadeniz’in az tuzlu temiz sularında yıkadı. Temiz bir bez parçası aradı sarmak için. Ahmet Bey’in verdiği çantanın düğümünü açtı. Içinde beyaz bir beze sarılı yuvarlak bir şey vardı. Bu bez olur diye açtı bezi ve Kardelenin içine bir futbol topu yuvarlandı. Gözlerine inanamadı. Bu top mahalli ligde gol yemeden şampiyon oldukları ve hatıradır diyerek sakladıkları içten lastikli pahalı futbol topuydu. Ah be fetgeri dedi içinden ve güldü. Erguvanların çevrelediği İstanbul’u terkedip Karadeniz’e açıldılar. Amasya Limanı çıkışı denizci ayaklandı. Denizci : hava patlayacak ağam. Şeref baktı baktı güneşli bir 19 mayıs sabahından başka birşey göremedi. Teknedeki topun bir oyana bir buyana gittiğini gören şeref başını kaldırdı. Deniz tarafının tamamen kararmıştı ama daha öğlen olmamıştı. Şeref Bey: karadan neden bu kadar uzaklaştık. Denizci : ağam kaba dalga vuruyor burnu çevirdim. Bir süre sonra yağmur eşliğinde öyle bir fırtına başladı ki. Denizci : yelken ipinden uzak dur ağam. Ayağına dolanmasın. Bir büyük dalga geçti üzerlerinden, sonra bir daha bir daha… şeref yelken ipini tutmaya çalışsada bir süre sonra direk kopup denize düştü. Denizcinin çığlığı bardaktan boşalırcasına yağan yağmurun sesine karıştı. Denizci : ağam ipi sal. İpi sal. Şeref duyamadı. Tekne boyunun beş katı bir dalga sancak tarafından tekneyi alabora etti. Dalga çukurunun dibindeki tekne denizin altında kaldı. Denizci büyük çeviklikle kendini yukarı itip sudan çıktı. Yüzbaşı şeref su çekmiş asker üniformasının ağırlığı ve çizmesine dolanan yelken ipiyle tekneye bağlı karanlık dibe doğru hızla batıyordu. Yarım dakika bile hızlı gidiş ayağından çözülen iple birlikte durdu. Artık tekneden kurtulmuştu ama üzerindeki ağırlık onun yüzeye çıkmasını zorlaştırıyordu. Bulanık denizde gözlerini açıp çırpınırken yanından geçen beyaz bir şey gördü. Bu yukarı doğru hızla çıkan toptu. Beşiktaş’ın gol yemez kalecisi panter şeref topa doğru uzandı… uzandı… uzandı. Kerempe burnunda baygın yatan genç denizci ve yanında futbol topu dalgalarla birlikte savruluyordu. Genç denizci yüzünü paramparça eden kayalıklarına üzerine çıkıp bağırdı ağam ağam diye. Yüzbaşı şeref hayatının golünü karadenizin soğuk sularında yemişti. Topa yetişememiş ve karanlık sular onu dibe doğru sürüklemişti. Elbet karadeniz onu Anadolu’ya verecekti. *** Yüzbaşı şeref’ten tam 17 yıl sonra 19 Mayıs 1936’da Şeref’in takımı Beşiktaş Jİmnastik Kulübü 19 Mayıs’ta kutladığı spor gününün her yıl Gençlik ve Spor Bayramı olarak milletçe kutlanması için Atatürk’e sundu ve kabul edildi. Öneriyi Beşiktaş Jimnastik Kulübü adına sunan Ahmet Fetgeri Bey’di. *** Ahmet Fetgeri’ye 1924 yılında bir hanım gelir ve bir torba bırakır. Ahmet Bey kadının getirdiği torbadan çıkan topa bakar ve sorar ; nedir bu bacım? Kadın ; İstiklal Harbinde şehit düşen kocamın vasiyetidir. Size vermemi istedi. Ahmet bey sorar ; adın ne bacım? Kadın Cevap verir ; KARDELEN…